26 Aralık 2014 Cuma

ŞENER ŞEN 73 YAŞINDA

Süt Kardeşler Kumandan Hüsamettin
         Kemal Sunal ve İlyas Salman ile beraber oynadığı komedi filmleri ile izleyicilerin gönlünde taht kuran Türk sinema, tiyatro ve dizi oyuncusu. Ünlü sinema oyuncusu Ali Şen’in oğlu olan Şener Şen, tiyatro kökenli bir oyuncu olup, ufak yan rollerle sinema sektörüne girmiş, Arzu Film ile beraber çektiği komedi filmleri ile ünlü olmuş ve de kariyerinin son yıllarında oynadığı Muhsin Bey, Eşkiya ve Kabadayı gibi dram filmlerindeki başarısıyla Türkiye'nin yetiştirdiği en iyi oyunculardan birisi olduğunu kanıtlamıştır.

     Peki Şener Şen kimdir?


     Şener Şen, 26 Aralık 1941 tarihinde, Adana’da dünyaya geldi. Komedi ve dram tarzındaki pek çok sinema filminde rol alan Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncularından Ali Şen’in oğlu olarak dünyaya gelen Şener Şen, babası gibi oyuncu olma isteğiyle tiyatroya başladı.
         İlk olarak 1958 yılında, Yeşil Sahne’de oyunculuğa başlayan Şener Şen, 1964-1966 yılları arasında öğretmen olarak Doğu Anadolu’da görev aldıktan sonra İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda yan rollerde yer alarak profesyonel oyunculuğa başladı.Şen, zaman içinde daha büyük rollerde görülerek mesleğinde ilerleme fırsatı yakaladı.
Şener Şen ve Babası Ali Şen
     Tiyatronun yanı sıra dublaj sanatçısı olarak da çalışan Şen, 1967 yılında çekilen Sözde Kızlar adlı sinema filmi ile beyazperdeye adımını attı. 1971 tarihli Altın Prens Devler Ülkesinde adlı yapımda babası Ali Şen ile beraber rol alan başarılı oyuncu, yetmişli yılların ilk yarısında pek çok filmde yan rollerde gözüktükten sonra asıl çıkışını 1975 yılında rol aldığı iki filmle yakaladı; Bizim Aile ve Hababam Sınıfı.
        
Hababam Sınıfı Badi Ekrem
       1975 tarihlinde vizyona giren, Rıfat Ilgaz’ın aynı adı taşıyan kitabından uyarlanan ve de yönetmenliğini Ertem Eğilmez’in yaptığı Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı, Şen’i şöhrete taşıyan yapım oldu. Kadrosunda Münir Özkul, Tarık Akan, Adile Naşit ve Kemal Sunal gibi pek çok ünlü ismi barındıran bu filmde Şen’in canlandırdığı sakar, beceriksiz ve saf beden eğitimi hocası Body Ekrem karakteri halk tarafından çok sevilince devam filmleri olan 1976 tarihli Hababam Sınıfı Uyanıyor, 1977 tarihli Hababam Sınıfı Tatilde ve de serinin son filmi olan 1978 tarihli Hababam Sınıfı Dokuz Doğurdu’nun kadrolarında da yer aldı.
    
     Şen’in kariyerinin olgunlaşma dönemi olarak tanımlanabilecek olan ve genellikle dram ağırlıklı filmlerde rol oynadığı dönemin başlangıcı ise 1984 yılına rastladı. İlk olarak 1984 tarihli, Ertem Eğilmez yönetmenliğinde çekilen Namuslu’da fazlasıyla dürüst ve onurlu olduğu için sistem tarafından kabul edilmeyen Ali Rızakarakterini canlandıran Şen, daha sonra ise 1985 tarihli Nesli Çölgeçen filmi Züğürt Ağa’da feodalizmin modernite içinde çözülmesini sonucunda Ağalık’tan vazgeçmek zorunda kalan bir köy ağasının İstanbul’da başından geçen maceraları başarıyla canlandırdı.
Çiçek Abbas atışma sahnesi
      Hababam Sınıfı serisinde birlikte rol aldığı iki aktör olan Kemal Sunal ve İlyas Salman, Şen'in uzun bir süre boyunca çekeceği pek çok komedi filminde kendisiyle beraber rol aldı. İlyas Salman ile Banker Bilo, Çiçek Abbas, Dolap Beygiri gibi filmlerde rol alan Şener Şen, büyük üstat Kemal Sunal ile ise Süt Kardeşler, Tosun Paşa, Kibar Feyzo, Davaro gibi pek çok komedi filminde rol alarak unutulmaz bir ikili oluşturdu. Bu dönemde oynadığı filmlerinde genellikle üçkağıtçı, tekinsiz, kurnaz ama şansı sürekli kötü giden karakterleri canlandıran Şener Şen, Kemal Sunal ve İlyas Salman'ın canlandırdığı saf karakter tiplemelerine çok iyi bir antitez oluşturarak unutulmayacak filmlere imza attı.
      
      1985 tarihli Çıplak Vatandaş ve 1986 tarihli Milyarder, Şen’in yeni sinema anlayışının ekranlardaki temsilcileri olurken, 1987 yılında vizyona giren Muhsin Bey, Şener Şen’in sanat hayatındaki doruklardan birisini temsil etmekteydi. Yavuz Turgul’un senarist ve yönetmen olarak can verdiği Muhsin Bey, prensiplerine sonuna kadar bağlı, eski kafalı ve modası geçmiş bir müzik yapımcısı olan Muhsin Bey ve onun şöhret yapmak için çabaladığı yanık sesli genç sanatçı Ali Nazik’in hikayesini konu alıyordu. Değişen dünyada eski değerlere bağlı olarak yaşamaya çalışan Muhsin Bey karakteriyle Türk Sineması’nın başyapıtlarından birisine imza atan Şen, ayrıca bu film sayesinde sonraki yıllarda pek çok kez beraber kamera karşısına geçeceği Uğur Yücel ile de ilk defa bir başrolde beraber çalışma fırsatı yakaladı. Muhsin Bey filminde beraber başrolü paylaştıkları Şermin Hürmeriç ile evlenen Şen, 11 yıllık bir evliliğin ardından eşiyle boşandı.
Muhsin Bey
      Muhsin Bey’in ardından 1987 yılında Selamsız Bandosu ve Zengin Mutfağı filmlerinde başrol oynayan Şen,1988 tarihli Arabesk ile bir kez daha unutulmaz bir oyunculuğa imza attı. Yönetmenliğini Ertem Eğilmez, yapımcılığını ise Türker İnanoğlu’nun üstlendiği ve senaryosunda Gani Müjde’nin görev aldığı Arabesk, Türk sinemasında arabesk kültürünün izlerini çözümleyen ve de bu duruma traji-komik bir bakış açısı getiren kuvvetli bir absürd komedi ve hatta yer yer müzikal filmiydi. Müjde Ar ve rol arkadaşı Şener Şen’in fevkalede oyunculukları sayesinde film 26. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü kazandı.
       Arabesk sonrasında rol aldığı film sayısını azaltan ve de filmlerin aralarındaki süreyi uzatan Şener Şen, artık tam anlamıyla bir yıldız oyuncu portresi çiziyordu. 1990 yılında Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni ile Muhsin Bey karakterine yakın bir portre çizen başarılı oyuncu, 1992 yılında Yavuz Turgul yönetmenliğindeki Gölge Oyunu’nda Şevket Altuğ ile beraber başrolde yer aldı. Bir sonraki filmi Amerikalı ise Amerikan Pop Kültürü’nün ülkemizde yarattığı değişimlere eğlenceli bir bakış açısı getiren başarılı bir absürd komedi örneğiydi. Amerikan filmlerinden bire bir alınmış bölümlerle desteklenen (Evde Tek Başına, Temel İçgüdü vs..) Amerikalı, Lale Mansur, Taner Barlas ve Eray Özbal gibi başarılı oyuncuları bir araya getirdi.
Eşkıya - Baran
    Amerikalı’nın ardından üç yıl boyunca sinema filmi çekmeyen Şen, 1996 yılında Eşkıya ile beraber sinemalara geri döndü. Yavuz Turgul tarafından senaryosu yazılan ve de yönetilen Eşkıya, Baran adlı eski bir eşkıyanın 35 yıllık hapis hayatının ardından geçmişiyle hesaplaşmasını ve de Cumali adındaki genç bir serserinin hayatına dahil olmasını anlatırken bir yandan da uyuşturucu ve mafya ilişkilerine değiniyordu. Şen’i Uğur Yücel ile bir kez daha başrollerde bir araya getiren Eşkıya, uluslararası film festivallerinde ve de19. Sinema Yazarları Derneği Ödülleri’nde pek çok ödül kazandı.
     Eşkıya’nın vizyona girmesinin ardından sekiz yıl hiçbir sinema filmi çekmeyen Şen,bu süre içerisinde sadece 2000 yılında gösterime başlayan TV dizisi İkinci Bahar’da rol aldı. 2004 yılında vizyona giren ve başrollerini Meltem Cumbul’la paylaştığı Gönül Yarası’nda bir kez daha Yavuz Turgul ile beraber çalışma fırsatı bulan Şen, 2007 yılında ise senaryosunu Yavuz Turgul’un yazdığı ve yönetmenliğini Ömer Vargı’nın yaptığı Kabadayı’da rol aldı. Kenan İmirzalıoğluAslı Tandoğan ve Rasim Öztekin gibi başarılı sanatçıların rol aldığı Kabadayı gişede 10.000.000 dolarlık bir hasılata imza atarken, eleştirmenler tarafından ikinci Eşkıya olarak nitelendirildi.
        

24 Aralık 2014 Çarşamba

CHEF

          Carl şık bir restoranın şefidir. Tam bir işkolik olan Carl, oğlu Percy ile ilgilenememektedir. Mutfağında ise yaratıcılığına engel olan bir patronu vardır. Önemli bir gurmenin ağır eleştirileri üzerine istifa eder ve kendine bir yemek karavanı alır. Bu karavanda pek ilgilenemediği oğlu ile yakınlaşma şansı bulur. Artık eski yaratıcılığı ile Carl geri dönmüştür...

Chef Film Afişi


Yönetmen: Jon Favreau
Oyuncular: Jon Favreau, Scarlett Johansson, Sofia Vergara, John Leguizamo, Oliver Platt, Bobby       Cannavale     
Yapım: ABD
Tür: Komedi, Dram
Süre: 114 dk
Vizyon Tarihi: 22 Ağustos 2014
IMDb: 7,3
Sinefilozof Puanı: 7,5  



"Chef", 2010 yapımlı Zor Baba 3 Filminden beri
sahnelerde göremediğimiz Dustin Hoffman için
Bir geri dönüş filmi olabilir.
         Merhaba saygıdeğer okuyucularım... Bugünkü konumuz Jon Favreau'nun gerek yönetmen koltuğunda, gerek senaryoda, gerekse baş rolde üstün performans gösterdiği "CHEF" filmi. Mutfakta çalışmış biri olarak bana fazlasıyla samimi gelen film, kesinlikle çoğu mutfak personelinin hayalinde olan bir konuyu ele alıyor. Kendi işinin patronu olmak... Konu gerçekten muhteşem. Filmin sonuna kadar her an güldüren ve yer yer kahkaha attıran bu film, içerik bakımından kesinlikle her kitleye hitap edebilecek türden.


     
"CHEF", Rober Downey JR.
          Her filmde rastlanamayan oyuncu tercihleri ise filmi diğerlerinden bir adım daha öne atıyor otomatik olarak. Oyuncu kadrosunda yukarıda bildirdiğimin haricinde Dustin Hoffman ve Robert Downey JR. kısa süreli görünmüş olsalar da filme renk kattıkları bir gerçek.


         Carl'ın ailesine zaman ayıramaması, tatile zamanının olmaması gibi sorunlar tüm dünyada bütün mutfak personellerinin ortak derdi. Tahminime göre Jon Favreau mutfak hakkındaki bilgisini ya çalışarak almış ya da mutfak şefi olan samimi arkadaşları var. Çünkü kesinlikle mutfağı her türlü gerçekliğiyle ele alabilmiş bir film "CHEF".Bu açıdan gerçekten takdire şayan bir yapıt.


"Chef" filmi mutfak sahnesi
         Ben mi objektif bakamadım konudan dolayı, yoksa gerçekten kusursuz muydu film açıkçası ben de tam karar veremedim. İzlerseniz, film sonunda kusurları hakkındaki karar size kalmış. Sonuna kadar eğlenceli, yer yer hüzünlendiren ancak hiç bir sahnesinde izleyiciyi sıkmayan "CHEF" filmine herhangi bir olumsuz eleştiri yapamıyorum. Hepinizin izlemesini kesinlikle tavsiye ediyorum. Şimdiden iyi seyirler...


     

21 Aralık 2014 Pazar

THE MONUMENTS MEN

           Avrupa'da dehşet saçan Nazi Almanya'sı yenileceğini anlayınca geri çekilmeye başlar. Geri çekilirken de bulundukları bölgelerdeki ünlü sanat eserlerini, kurulacak olan Adolf Hitler Müzesi'ne kaçırma talimatı alırlar. Bu hırsızlığa sessiz kalmak istemeyen 7 sanat sevdalısı ise bu eserleri kurtarmak için gönüllü olarak savaşa dahil olur. Görevleri; çalınan eserleri kurtarıp, gerçek sahiplerine iade etmektir.

The Monuments Men Film Afişi


Yönetmen: George Clooney
Oyuncular: George Clooney, Matt Damon, Bill Murray, John Goodman, Jean Dujardin
Yapım: ABD, Almanya
Tür: Savaş, Aksiyon, Dram
Süre: 118 dakika
Vizyon Tarihi: 21 Mart 2014
IMDb: 6,1
Michael Carleone Puanı:7.3


The Monuments Men -
George Clooney & Bill Murray
           Merhaba saygıdeğer okuyucularım... Bugünkü konumuz George Clooney'i yönetmen koltuğunda, aynı zamanda baş rolde izlediğimiz "The Monuments Men". Yönetmeniyle, oyuncu kadrosuyla ve konusuyla kesinlikle çok hoş bir film. Tür olarak her ne kadar aksiyon,dram olsa da ikisini de sadece eser miktarda görebiliyoruz. İlk olarak Nazi Almanya'sını kötüleyen klasik ABD filmlerinden birisi olduğunu söylememek olmaz. Film genel hatlar olarak komedi unsurları üzerine kurulmuş. Ayrıca George Clooney'in alışıldık mizahına sahip. Çoğu sahnede kahkaha attırabiliyor. Kanaatimce güldürelim derken biraz dozu kaçırmış George abimiz. Ayrıca bahsetmiş olduğum eser miktarda bulunan aksiyon unsuru filme sadece renk katmak için eklenmişe benziyor. Bunun sebebi ise film savaş alanında geçse de daha çok savaşın bitmiş olduğu bölgelerde eser arama üzerine kurulu bir konusu olduğundan dolayı aksiyonun gereksiz bulunmuş olması gibime geliyor. Kısacası genel olarak savaş alanındaki savaşssız sahneler ağır basıyor.

The Monuments Men
           Oyunculuklar üst seviyede, konu da çok güzel. Ancak bu kadar yıldız oyuncunun bir filmde toplanması bize her ne kadar çekici de gelse yapıt açısından pek de olumlu bir şey olmuyor genelde. Bu film için de geçerli bu durum elbette. Tanınan oyuncunun fazla olması diğer karakterleri gölgede bırakmış. Ayrıca zaman da yetmemiş. Sonlara doğru temponun artmasını ise konunun izin verilen süreye sığdırılamamasına bağlıyorum.


Orijinal "Hazine Avcıları" 
           Buraya kadar olan kısımda olumsuz eleştirilerimi ilettim. Gelelim beğendiğim yerlere...İlk olarak oyuncu kadrosunu gören herkeste bende olan izleme isteği uyanmıştır tahminen. Tabi gerçekten bunu hak ediyordu oyuncuların her biri, bahsetmiş olduğum dezavantajları hesaba katmazsak yani. Oyunculuk performansı üst düzeydi. Ayrıca film sonunda gösterilen hikayenin gerçek fotoğraflarına bakıldığında mekanlar açısından film gerçekle tam bir uyum içindeydi. Komedinin fazla kaçmış olmasını her ne kadar eleştirmiş olsam da filme çok samimi bir hava katmış olması ise su götürmez bir gerçek.

         
          Gelelim sadede... Film bazı yönlerden olumsuz eleştiriye tamamen açık olabilir. Ancak filmin başından sonuna kadar sıkılmadan izlemek mümkün. Film oldukça akıcı ve oyuncular harika. Sırf oyuncu kadrosu için bile izlenebilecek olan bu film, hafif aksiyon serpiştirilmiş bir komedi filmi arayan izleyiciler için harika bir seçim olabilir. İyi seyirler...

20 Aralık 2014 Cumartesi

300: BİR İMPARATORLUĞUN YÜKSELİŞİ

          Atinalı general Themistokles'in verdiği yanlış bir karar Xerxes'in doğuşuna sebep olur. Sadece babasının intikamı ile yaşayan ve savaşan tanrı-kral Xerxes'in Pers İmpratorluğu ile bir özgürlük merkezi olan Atina arasındaki büyük savaş başlar. Devamında ise Xerxes'in en güvendiği Pers kumandanı Artemisia ile Atinalı general Themistokles arasında stratejik ve bir o kadar da acımasız bir zeka düellosu başlar.
300 Bir İmparatorluğun Yükselişi


Yönetmen: Noam Murro
Oyuncular: Sullivan Stapleton, Eva Green, Lena Headey, Rodrigo Santoro
Yapım: ABD
Tür: Epik, Fantastik, Aksiyon
Süre: 102 dakika
Vizyon Tarihi: 7 Mart 2014
IMDb: 6,3
Michael Carleone Puanı: 6,3


            Merhaba saygıdeğer okuyucularım... Bugünkü filmimiz yunan tarihini abartılı bir övgü ile gözler önüne seren "300: Bir İmparatorluğun Yükselişi" içerik olarak yine yedi sene önceki filmin ötesine geçemiyor. Tamamıyla içerikten yoksun bir film. Bu yüzden de filmin başından sonuna kadar zorlaya zorlaya gidebiliyor. Olmayan konuda ise madalyonun arka yüzünü ve 300 spartalının girdiği savaşın gelişimini sebep-sonuç ilişkisi ile işliyor.


300 Bir İmparatorluğun Yükselişi
Artemisia rolündeki Eva Green
          Konudan yoksun olan "300 Bir İmparatorluğun Yükselişi" görsellik ve film içindeki aksiyon sahneleri ile zevkle izlenebilir bir film haline geliyor. Her ne kadar kendimle çelişiyor olsam da, film konudan yoksun olmasına rağmen görsel açıdan tatmin edici bir film sayılabilir. Oyunculuklara değinecek olursak ise oyunculuğa dair pek bir performans yok. Ancak Eva Green, performansı ile diğer oyuncuların açıklarını bile kapıyor. Yine de gözler birinci filmin Leonidas'ı Gerard Butler'i arıyor.


300 Bir İmparatorluğun Yükselişi
Xerxes rolündeki Rodrigo Santoro
         Yaptığım ufak bir araştırma sonucunda film hakkında tuhaf bilgiler öğrendim. Onu da paylaşıp bitirmek istiyorum yazımı. Gelelim bu bilgilere... Filmi izleyenlerin de bildiği gibi filmin geneli deniz savaşında geçiyor. Oysa ki film tamamıyla kuru ortamda çekilmiş ve deniz sonradan ilave edilmiş. Yönetmen, bu durumun kendini daha rahat ve özgür hissettiği için böyle bir seçimde bulunmasından kaynaklandığını söylemiş. Ayrıca Xerxes'in bir dev olmasından dolayı film CGI tekniği ile yapılmış. Bundan dolayı Xerxes'i canlandıran Rodrigo Santoro'nun sürekli olarak yeşil perdede tekli olarak çalışması gerekmiş. Söylentiye göre ayrı alanlarda çalışmalarının sonucu olarak ekibin geri kalanı ile hiç yüz yüze görüşmemiş.


        Gelelim finale... "300 Bir İmparatorluğun Yükselişi" için sağlam bir bütçe harcanmış. Çok zahmetli bir çekim aşamasından geçilmiş. Oyuncular çekimlerden 3-4 ay öncesinden fiziksel çalışmalara başlamış. Kısacası emek var. Her ne kadar konudan yoksun olsa da boş bir zamanda heyecanla izlenebilecek bir film. İyi seyirler...

* CGI, "Computer Generated İmagery" sözcüklerinin kısaltılmış halidir. Türkçede, bilgisayarda oluşturulmuş görüntü anlamına gelir.

19 Aralık 2014 Cuma

BÜYÜK BUDAPEŞTE OTELİ

         Hikaye 1932 yılının Alp dağlarında bulunan hayali Avrupa ülkesi olan Zubrowka Cumhuriyeti'nde başlar. 20. yüzyılın ilk yarısının yıldızı parlayan oteli olan Büyük Budapeşte otelinin yeni belboyu Sıfır Mustafa ve aynı otelin konsiyerj görevlisi olan Gustave H. arasında yakın bir bağ oluşur. Gustave'ın ihtiyar sevgilisinin ölüm haberi gelir ve maceraya start verilmiş olur. Sevgilisini son yolculuğuna uğurlamak için Madam D.'nin şatosuna varan Gustave, Madam D.'nin cinayetiyle suçlanır ve büyük bir kovalamaca başlar...

Büyük Budapeşte Oteli Film Afişi


Yönetmen: Wes Anderson
Oyuncular: Ralph Fiennes, Adrien Brody, Willem Dafoe, Jude Law, Bill Murray, Edward Norton
Yapım: ABD, İngiltere, Almanya
Tür: Komedi, Dram, Macera
Süre: 100 dk
Vizyon Tarihi: 7 Mart 2014
IMDb: 8,2
Michael Carleone Puanı: 6,5



       

Büyük budapeşte oteli Gustave H. ve "Zero Mustafa"
            Merhaba saygıdeğer okuyucularım. Bugünkü filmimiz "Büyük Budapeşte Oteli". Bu filmi sırf oyuncu kadrosundan ötürü çok büyük bir merakla beklemiştim.  İlk fırsatta da izledim zaten. İzlerken ise açıkçası kısmen hayal kırıklığına uğradım. Beklentilerimin ne derecede yüksek olduğunu ise filmi izledikten sonra anladım. Evet, film oyunculardan görüntü yönetmenine kadar kesinlikle çok iyi bir kadrodan oluşuyor. Fakat yönetmenin evdeki hesabı pek de çarşıya uymuyor kanaatimce. Tür olarak vaat edilen komedi-dram filminden bekleneni tam olarak veremiyor film. Ne insanın yüzünde buruk bir gülümseme bırakabiliyor ne de bir duygu karmaşası yaşatabiliyor izleyiciye. Ne komediyi yaşatıp güldürebiliyor ne de dram tadında bir hüzün yaşatabiliyor.


         
Büyük Budapeşte Oteli
Adrien Brody & Willem Dafoe
           Hadi biraz da optimist bakalım filmimize. İlk olarak kadro süper. "Harry Potter"ın "Lord Woldemord"u olan Fiennes filmde başrolde yer alıyor. Piyanist filmiyle büyük bir çıkış yapan Adrien Brody, "Spiderman"in Osborn'u Willem Dafoe ve gerçekten oyunculuklarına uzun zamandır hayran olduğum Jude Law, Bill Murray, Edward Norton ve Owen Wilson... Her biri filme apayrı bir renk katmış. Ve filmi (her ne kadar güldürmese de) sıkılmadan izlenebilecek bir forma sokabilmişler. Ayrıca filmin görüntü yönetmeni de filmin bölümlerine göre farklı görüntü formatları uygulayarak filme ayrı bir hava katmış. Konu olarak ise bilgi edindiğim kadarıyla Stefan Zweig'in anılarından esinlenilmiş. Stefan Zweig'in anıları kullanılarak 1930'lu yılların sansür öncesi filmlerine göndermelerde de bulunulmuş. Film her detayıyla orijinal bir yapıt. Gel gelelim filmin orijinal olması, diğer eleştirmenlerin aksine bence yeterli bir kıstas değil.
Büyük Budapeşte Oteli
Edward Norton


         Tabi bu yorumlarım sizde kötü bir izlenim yaratmasın. Boş bir zamanınızda izleyin tavsiye ederim. Ama IMDb'nin abartılı puanı 8.2'den ve oyuncu kadrosundan dolayı beklentinizi yükseltmeyin. Benim gibi pişman olursunuz haberiniz olsun. İyi günler ve iyi seyirler...

16 Aralık 2014 Salı

SAİNT VİNCENT

St. Vincent Film Afişi
         


           Kocası tarafından aldatıldğı için artık bekar bir anne olan Maggie, 12 yaşındaki evlatlık oğlu Oliver'ı da yanına alıp Brooklyn'deki yeni evlerine taşınır. Henüz nakliyat aracı eve yanaşırken bir talihsizlik olur. Ve bu olaydan dolayı huysuz ve ihtiyar komşuları Vincent ile tatsız bir şekilde tanışırlar. Başka seçeneğinin olmamasından dolayı Maggie Vincent'tan oğluna bakıcılık yapmasını ister. Tuhaf bir şekilde bu huysuz ihtiyar ile Oliver arasında inanılmaz bir bağ gelişmeye başlar. Vincent günlük rutin aktivitelerini gerçekleştirdiği bara, hipodroma ve zaman zaman karısını ziyaret etmek için gittiği huzur evine Oliver'ı da götürür. Oliver da ödevi için, hakkında bir şey bilmediği ancak çok ısındığı bu adamın hayatını araştırmaya başlar.



 Yönetmen: Theodore Melfi
 Oyuncular: Bill Murray, Melissa McCarthy, Jaeden Lieberher
 Yapım: ABD
 Türü: Dram, Komedi
 Süre:102 dakika
Vizyon Tarihi: 24 Ekim 2014
IMDb: 7,3
Michael Carleone Puanı: 8,1


           Merhaba saygıdeğer okuyucularım. Dün gece çok güzel bir rastlantı sonucu bulduğum "Saint Vincent" adlı filmden bahsedeceğim. Bu rastgele açıp izlediğim film. Gece gece "ulan ne şanslı adamsın mike" dedirtti bana. Açıkçası dram filmlerine olan önyargımdan dolayı pek de tercih ettiğim bir tür değildir bu. Ancak daha önceden izlemiş olmayı istedim izlerken. Film son derece akıcı. İzlerken sürekli buruk bir tebessüm yarattı yüzümde. Senaryo ve oyunculuklar bakımından son derece kaliteli bir filmdi. İzlerken de geleceğim hakkında çokça düşündürdü beni.


St. Vincent Hipodrom Sahnesi


Bill Murray Tekerlekli Sandalye Yarışı
           Beni derinden etkilemeyi başaran bu film senaryonun veya oyunculuğun üstünde bir enerjiye sahip bana sorarsanız. Fazlasıyla samimi bir yaklaşım var filmde ve bu samimiyeti her sahnede sonuna kadar hissetmek mümkün. Bu samimiyeti, kafamızda yer edinmiş o Amerikan Rüyası'nı yerle bir ederek elde ediyor. Filmdeki ana karakterlerin içinde bulunduğu zor durum ve başlarından eksik olmayan kara bulutlar sanki film değilmişçesine içine çekiyor izleyeni.
Bahsi Kazandıktan Sonraki Kutlama Sahnesi

        Hayatından mutlu olmayan bir yığın insan ve bunu trajikomik bir şekilde gözlerimiz önüne seren, yer yer acınacak hallerine güldüren Theodore Melfi var yönetmen koltuğunda.


       
         Başında babasının tuttuğu disiplinli bir dadı varken Oliver'ın filmin sonlarına doğru her yeri gezerek Vincent'i tanıyan herkesten bilgi toplayabilmesi ve Vincent'in içinde bulunduğu ağır hastalığı bu denli kısa sürede atlatabilmesi haricinde pek bir hata da yok filmde açıkçası. Anlaşılan izleyici kitlesinin geneli de benim kadar beğenmiş ki "St Vincent" 72. Altın Küre Ödülleri'ne komedi dalında aday gösterilmiş. Bill Murray ise bahsettiğim üst düzey oyunculuğu ile en iyi erkek oyuncu ödülüne aday gösterilmiş. Umarım aday oldukları ödülleri almayı başarırlar çünkü sonuna kadar hak ettiklerini düşünüyorum. İzlediğinizde pişman olmayacağınız filmlerden birisi " St Vincent". Kaçırmayın derim şimdiden iyi seyirler...

LEGO FİLMİ - BİR SİSTEM ELEŞTİRİSİ

          Sıradan bir lego olan Emmet hiçbir özelliği yokken bir anda lego dünyasının kurtarıcısı olma şansını yakalar. Legolar dünyası son derece zorba bir dünya olmuştur. Her lego standart bir lego olmaya ve rutinin dışına çıkmamaya zorlanır. Bu oyunu bozacak ve kötü adam olan Başkan Ticaret'i alt edecek lego ise Masterbuilder sanılan Emmet'ten başkası değildir. Emmet ise kahraman olmak ve normal bir insandan fazlası olabilmek için bu yanlış anlaşılmayı düzeltmez ve kahramanlığa soyunur. Emmet ve diğer kahramanların görevi parçalanmış olan lego evrenlerini tekrar birleştirmektir...


Lego Filmi Film Afişi

Yönetmen(ler):Phil Lord & Christopher Miller
Tür: Komedi, Aksiyon, Animasyon, Aile filmi, Fantastik, 3D
Yapım: Avustralya, ABD, Danimarka
Vizyon Tarihi: 7 Şubat 2014
Süre :100 dakika
IMDb : 7,9
Michael Carleone Puanı: 7,0


           Merhaba saygıdeğer okuyucularım bugün izlemekte biraz geç kaldığım bir filmden, "Lego Filmi"nden bahsedeceğim. Bu film için bir klişeyi kullanmaktan çekinmiycem. "Lego Filmi" kesinlikle 7'den 70'e herkesin izleyebileceği bir animasyon filmi arkadaşlar. Bu film için ilk yargım bir tür reklam yerleştirme filmi olduğuydu. Kesinlikle haklı olduğumu izleyince daha bir anladım. Fakat bu durum izleyiciyi kesinlikle rahatsız etmiyor. Çünkü filme reklam yerleştirilmemiş, aksine reklama film yerleştirilmiş gibi. Kısacası zeka dolu bir yapıt.

Lego Nba Oyuncuları
          İlk olarak "Lego Filmi" hakkında öğrendiğim bir detayla başlayalım. Öğrendiğim kadarıyla çok büyük bir titizlikle hazırlanmış bu film. Bütün planlamalar tamamlandığında yapım ekibi bu film için gerekli olan lego parçası sayısını 15.000.000 adet olarak belirlemiş. Filmin içinde ise toplamda 3.863.484 adet lego kullanılmış. Bu parçalar tekrar başka modeller oluşturmak için kullanıldığında ise toplam lego parçası sayısı 15.080.330'u bulmuş. Ayrıca çalışmalar eş zamanlı olarak ABD(Los Angeles), Danimarka(Lego Genel Merkezi) ve Avustralya(Animal Logic)'da yapılmış.


Lego Batman
         Gördüğünüz üzere çok detaylı ve zahmetli bir çalışma gerçekleşmiş. Bakalım sonuç olarak ortaya ne çıkmış? İlk olarak bilmiyorum izleyici kitlesinin ne kadarı fark etti ama filmde kesinlikle çok ağır bir sistem eleştirisi var. İnsanların beyninin yıkanarak tekdüze bir hayatı yaşamaya kibarca zorlanmaları gerçekleri bir animasyon filminde anlatmanın en olağan yoluydu sanırım. Her ne kadar bu filmin yapımcıları olsa da bu icraatların sahibi mesaj güzel açıkçası... Film, genel yapı olarak ise gerçekten akıcı. Her izleyenin, bu filmi yüzünde kesintisiz bir tebessümle izlediğine eminim. Kurgu çok güzel, görüntü çok güzel. Ayrıca filmde Lebron James'ten Batman'e, Shakespeare'e kadar tanıdığımız bir çok şahsiyetin ve film kahramanının bulunması da filme ayrı bir çekicilik katmış. Kısacası Warner Bros.'tan kalitesinde bir animasyon filmi daha ...

Lego DC Süper Kahramanları

         Bazı yazılarımdan önce sinema camiası tarafından tanınan bazı eleştirmenlerin yazılarını da okurum. Henüz kötü bir eleştiriye denk gelmedim ve sanırım çoğu benle aynı fikirde. Bu film size bir şey katmayacak olsa da eğlenceli bir 100 dakika geçirmek için kesinlikle izlenmesi gereken bir film. Animasyon seven sevmeyen herkese kesinlikle öneriyorum bu filmi. Ön yargılarınızdan arının ve 100 dakikanızı ayırıcn pişman olmazsınız...

15 Aralık 2014 Pazartesi

YABANCI FİLMLERE VERİLEN TUHAF İSİMLER

          Merhaba sevgili okuyucularım bugünkü konumuz yabancı filmlerin ülkemize gelirken alakasız bir isme bürünerek gelmesi. Gümrükten mi geçemiyorlar acaba sorusu gelmiyor değil akıllara. Ben de merak ettim ufak çaplı bir araştırma yaptım. Olabildiğince de sizlere aktarmayı düşünüyorum. 


          İlk olarak bu olayın temeline inmek gerekiyor. Ki işin temeli aslında ülkemizde yayınlanan ilk yabancı filmlerle birlikte atılıyor.. Bundan dolayı biraz yüzeysel işlemeyi düşünüyorum. İlk olarak bu işteki temel amaç ticari imiş. Bu işin sorumluları kitlenin daha kolay anlayabileceği ve kitlenin aklında kalabilecek film isimleri üretmeye çabalamışlar. Yine izleyici kitlenin dilinin dönmeyeceği bahanesiyle de bu uygulamaya başvurulmuş. Ama anlaşılan bu uygulamada da aşırıya kaçmayı başarmış bizimkiler. 


Avanti(1972) Orijinal
Film Afişi
Major Dundee (1965)
Orijinal Film Afişi
          Zirveyi de "Avanti"(1972) adlı filmi "Dokunma Gıdıklanırım" olarak çevirerek yapmış bu abilerimiz. Keşke zirvede bıraksalarmış ama bir kere başlanınca bırakılamıyor sanırım bu meret. Bildiğin erotik çağrışım yapmışlar afiş ismiyle. "Acaba hedef kitle neydi?" diye sorgulatıyor insana bu isim.  Yine aynı yıl Alfred Hitchcock'un çektiği "Frenzy" ülkemizde "Cinnet"ismi ile izleyiciye ulaşmış. Hedef kitlenin psikolojisi pek düzgün değilmiş sanırsam o zamanlar. İşin garibi aynı film yıllar sonra TRT'de "Kravat" ismiyle gösterilmiş. Tabi sadece hedef kitle ile de bitmemiş bu uygulama. Film adının ülkemize uygunluğu da göz önünde bulundurulmuş. Örneğin 1965 tarihli western filmi "Major Dundee(Binbaşı Dundee)" binbaşı rolundeki Dundee'nin binbaşı olmak için fazla genç olduğu kanısına varılmış. Ve film ülkemizde "Kahraman Yüzbaşı" olarak gösterilmiş. Yine bir rivayete göre yıllar sonra Dundee'nin artık yaşlanmış olabileceği ihtimali göz önüne alınarak, film "Kahraman Binbaşı" olarak gösterilmiş. Dundee'nin hakkı Dundee'ye yani...
Over Her Dead Body
Orijinal Film Afişi


            En yakın örneğimiz ise 2008 yılında çekilmiş olan " Over Her Dead Body" adlı film imiş. Kanaatimce bunun asıl anlamı "Onun(kız) ölü bedenin üstünde" olması gerekiyor. Ülkemizde ise "Sevgilimin Kazara Bu Dünyadan Göçmüş Eski Nişanlısıyla Tanıştığım Gün" adıyla izleyiciyle buluşabilmiş. Sanırım seneler geçtikçe düzeltmek yerine daha da batırıyor bizimkiler. Az önce değinmiş olduğumuz ticari kaygılarla da bağdaştığını düşünmüyorum. Yorum sizin...

Adam's Rib Orijinal
Film Afişi
           Bu sadece ülkemizde olan bir uygulama da değilmiş. Amerika'da ve Avrupa ülkeleri de aynı şekilde kendi dillerinde olmayan filmlerin ismini değiştirerek sunabiliyorlarmış. Bunların en bilindik örneği ise 1986 yılında Fransa'da çekilen "37.2 le Matin (Sabah 37.2 Derece)" imiş. İngiltere ise bu filmi "Betty Blue" olarak aktarmış afişlere. Diğer bir örnek ise George Cukor'un 1949 yılında çektiği "Adam's Rib (Adem'in Kaburgası)" adlı film imiş. Filmin çekilmiş olduğu ülke olan ABD'de bile farklı bir isimle anılmış. ABD'deki diğer ismi "Man and Wife" imiş. İşin garibi ülkemize tamamen değişerek gelmiş bu isim. Ülkemizde bu filmin ismi "İki Ateş Arasında" oluvermiş. Komik ama gerçek...

11 Aralık 2014 Perşembe

PREDESTİNATİON (KADER)

Predestination film afişi
        1981 yılında zaman makinesi keşfedilir. Bu makine bir grup tarafından suçları işlenmeden durdurmak amacı ile kullanılmaya başlanır. Konuyu bu denli kısa anlatmak mümkünken filmin olağanüstü kurgusu sayesinde tekrar tekrar izlense de  tam olarak kavranamayacak bir film çıkıyor meydana. Tam bir paradoks filmi. İçinden çıkmak çok zor. Açıkçası filmi izlemeden önce bir arkadaşımdan dinlemiş olmasaydım konuyu, kesinlikle bir kez daha izlemem gerekirdi. 

        Açıkçası ''Predestination'' filmini işleyip işlememek konusunda 2 gündür düşünüyorum. Çünkü anlatılması veya eleştirilmesi oldukça zor bir yapıt. Ve spoiler vermeden anlatmanın pek de imkanı yok. Ama ben yine de olabildiğince anlatmamaya çalışacağım. Çünkü film sonu ve sonrasındaki birkaç saat boyu içinde bulunacağınız hayrete ve yönetmen Spierig kardeşlere duyacağınız hayranlığa gölge düşürmek istemiyorum. Bu yüzden bu seferki yazımı kısa tutmayı düşünüyorum.
Predestination bar sahnesi


        ''Predestination'' filmi aklımdaki ''Twist ending'' ve ''Mindfuck'' filmleri listelerinin ilk üçüne girmeyi başardı. Bazı yazarlarca ''Looper'' filminin bir yenisi olarak görülmüş. Bu fikriyata kesinlikle katılmıyorum. İkisi de çok güzel filmlerdi ancak aynı kategoriye alınabileceklerinden bile şüpheliyim. Her ikisi de bilim-kurgu filmi olsa da aynı etkiyi yaratmıyorlar bünyede. ''Looper''da da yine aynı şekilde geçmişteki ve gelecekteki benlik karşılaşsa da film sonuna kadar şaşırtıcı hayret içinde bıraktırıcı olaylar yok. Sadece bilim-kurgu ve aksiyon filmi olabilecek olan ''Looper''ın yanında, ''Predestination'' bilim-kurgu , gerilim, gizem, aksiyon ve dram türlerine girebilecek kadar zengin bir yapıya sahip. Lafın kısası pek de kıyaslanabilir filmler değiller. 


Predestination eğitim sahnesi
        Gelelim asıl konuya. ''Predestination'' yıllar boyunca daha iyisi yapılamayacak derecede etkileyici bir film kanaatimce. Tam bir paradoks filmi. Her olayda bir yeni paradoks daha oluşuyor ve iç içe geçerek izleyicinin ezberini filmin yarısında bozmayı başarıyor bu nadide film. Her ne kadar son zamanların bilim-kurgu eserlerinde klasikleşmiş bir konuya sahip olsa da bu konuyu diğerlerine göre çok farklı bir şekilde ve en üst düzey verimle kullanmayı başarmış Spiering kardeşler. 

           38 yaşındaki bu biraderler her sahnede izleyiciyi ters köşeye yatırmanın formülünü çözmüşe benziyorlar. Açıkçası filmin son yarım saatinde bu bulmacayı çözmeye çalışırken zevk aldım.


        Her dakika ve her saniye şaşırtıcı bir olay her an yeni bir paradoks ve izleyicnin yüzünde tarifi zor bir yüz ifadesi... En kısa zamanda izleyin bence bu filmi. Ne kadar geç izlerseniz, pişmanlığınız o derecede büyük olacaktır benden söylemesi. 

10 Aralık 2014 Çarşamba

THE PURGE: ARINMA GECESİ

     
         Yakın gelecekte Amerikan hükümeti aşırı şiddet yanlısı halkla başa çıkamaz ve yeni bir kanun çıkarır. Bu kanuna göre her yıl aynı gün akşam 7'den sabah 7'ye kadar her suç mübah sayılacaktır. Bu geceye 'Arınma Gecesi'' adı verilir ve her yılın o gününde insanlar süper egolarını(üst benlik) bırakıp her istediklerini yaparlar. Ve böylece yılın kalan kısmını huzur içinde geçireceklerini düşünürler.
The Purge Film Afişi

      Evet sayın okuyucularım bugünkü konumuz ''Arınma Gecesi''. Bu seferki eleştirim açıkçası fazlasıyla negatif olacak şimdiden belirteyim. Bu nasıl bir film böyle? Bu kadar rahatsız edici unsuru Haneke filmlerinde göremezsin arkadaş! Herkes ayrı bir manyak. Herkes psikopat herkes katil ve hiç kimse suçlu değil. Zenginler fakirleri avlıyor. Tuhaf olanı ise bunu doğanın kanunuymuşçasına normal görüyor ve hiçbir vicdan azabı çekmiyor bu zengin kesim. Ayrıca filmdeki fakir halkı temsil eden karakterin zenci olması ve onun dışındaki neredeyse her oyuncunun beyaz olması da ayrı bir dikkat çekici unsur.


      Tabi hakkını yememek lazım oyuncuların. Bir film bu kadar rahatsız etmeyi başardıysa beni demek ki oyuncuların performansları çok iyiymiş. Ancak isterlerse dünyanın en başarılı oyunculuklarını sergilesin bu vatandaşlar yine de bu filmden bir cacık olmaz arkadaş. 100 dakika içinde nasıl başardınız abicim bu kadar kurgu hatasını? Haneke'nin eline versen bu konuyu her ne kadar rahatsız edici bir film çıkaracaksa da ortaya kesinlikle ödüllük bir film olurdu bu film. Konu çok yaratıcı çünkü. Ayrıcı belli sosyolojik mesajlar da taşıyor film. Düz bir bakış açısıyla görülemeyecek de olsa insana kendini sorgulatıyor kesinlikle bu konu. ''Acaba ben bu canilikleri yapar mıydım? '' sorusu kalıyor akıllarda film bitiminde.


       Ee kardeşim konu güzel, oyunculuk güzel e nedir sorun o zaman ? Hadi o zaman merakınızı giderelim biraz. (İzlememiş olanlara not: İzlemenizi her ne kadar tavsiye etmesem de izlemeyi düşünenler için buradan sonraki kısım spoiler içermekte haberiniz olsun. Sonra saymayın bana yani)
Sorunumuz arkadaşlar kurgudaki inanılmaz hatalar. Film diye de bu kadar saçma gelişmez ki olaylar arkadaş.
Arınma Gecesi Mary ve Charlie Sandin


       Şimdi bir adam var. Bu adam zenginlerin arınma gecesini, evlerinde huzur içinde geçirmeleri için güvenlik sistemi satıyor. Çok zengin olmuş adam bu işle ev süper hayat güzel falan filan ama 2 tane çocuğu var adamın düşman başına. Be adam hiç mi özen göstermedin yaparken bu çocukları? Kurgu hatalarının geneli de zaten bu iki veletten çıkıyor. Vay arkadaş! Dışarısı Natgeo Wild gibi herkes tuttuğunu yatırıyor. Bu çocuk dışarıda gördüğü adamı dayanamayıp eve alıyor. Üstelik çocuk üstün zekalı gösterilmeye çalışılmış film boyunca.Solda görmüş olduğumuz çocuk (kendisi erkek) üstün zekasıyla olmadık yerde vicdan yapıp filme acayip bir aksiyon katmayı başarıyor.
Arınma Gecesi Zoey
       İşte bu zenci eve geliyor falan filan derken kız çocuklarının sevgilisi de girmiş eve kızın babasına ateş açıyor. Açıkçası kızın bu durumdaki rahatlığı takdire şayan. Adam bu delikanlıyı tekte indiriyor tabi çocuk ölüyor. Bu arada da bu esmer tenli gariban kardeşimiz göz korkusuyla evde her gördüğü deliğe saklanıyor.


        Tabi bu esmer tenli kardeşimiz durduk yere sığınmıyor buraya. Peşinde sadist ruhlu zenginler var. Evdeki kovalamaca sırasında bu sadizme gönlünü vermiş kardeşler de dayanıyor kapıya.

Arınma Gecesi Grup Lideri
      Tiplerden de anlaşıldığı gibi pek normal değiller. İşte uğraşıyorlar ediyorlar ne yapıp edip girmeyi başarıyorlar eve. Tabi bunlar girene kadar evde bulunan esmer kardeş itinayla bağlandı. Aralarında bir insan evladı da '' Bu elemanı çözsek de yardım etse bize. Nasılsa güçlü ırktan geliyor. Silahsız bile ezer geçer bunları'' demiyor.Neyse ortalık bir karışıyor filan evin babası da alıyor eline pompalı silahı çıkıyor meydana. Be abicim! Sürüyle manyak yığılmış evine, hepsi de silahlı. Pompalıyla ne kadar hızlı çalışmayı düşünüyorsun? Tabi abimizin de bunu öğrenmesi pek uzun sürmüyor.Tecrübesizliğine veriyorum. Ki bana sorarsanız filmdeki en sağlam kurgu hatası da buydu.


     Filmden belli karelerle anlattım derdimi. Umarım anlatabilmişimdir. Bunlar ve bunlar gibi sürüyle saçmalık vardı filmde. Ve izlediğime kesinlikle pişmanım. Kimseye de önermiyorum filmi. Boş zamanınız varsa kafa dağıtmak için izlenebilir. Ama film izlemeye pek zamanınız olmuyorsa ''haftada bir film anca izliyoruz'' diyorsanız  bu filmi izleyerek boşa zaman kaybetmeyin. İzleyeceğiniz herhangi bir film için iyi seyirler dilerim...

9 Aralık 2014 Salı

LUCY - BİR BİLİM-KURGU EFSANESİ

     


Lucy Film Afişi
       Merhaba arkadaşlar bugünkü konumuz 'Lucy' adlı film hakkındaki kişisel görüşlerim. Farkındayım çok hassas bi konu ve eleştirilmesi zor bir yapıt. Çünkü birçok sebepten ötürü bu film çoğu eleştirmen tarafından tam bir hayal kırıklığı olarak nitelendirildi. Açıkçası benim görüşüm aynı yönde değil bunu kendime göre size açıklamaya çalışacağım.

       

     Açıkçası film çıkmadan önce ben de çoğu sinemasever gibi ilk fragmandan itibaren gösterim tarihini iple çektiğimi söylemeden edemeyeceğim. Bana bu filmi bu kadar merakla bekleten şey ise yönetmen koltuğunda Luc Besson'un oturuyor olmasıydı. Önceki filmlerinden dolayı gayet sevdiğim bu yönetmen her ne kadar son dönemlerde yapımcılık işlerine ağırlık vermiş olsa da ''Beşinci Element'' ve ''Leon'' filmlerinden dolayı yeni bir filminin çıkmasını çok istiyordum. Yine bu filmde de beni hayal kırıklığına uğratmadı ve kalitesini konuşturdu. Kurguya diyebileceğim birşey yok, E zaten beni aşar bu senaryo. Açıkçası izlerken az da olsa ''Limit Yok'' filmini andırdığını düşünmedim değil. Ama bu fikriyat kafamda pek de yer kaplamadı. Sonuç olarak, bize gayet orijinal bir yapıt izlettiğini düşünüyorum Luc Besson abimizin.

5. Element Film Afişi


         Gelelim konuya... Filmde insanoğlunun sınırları işlenmiş genel olarak. Filmin ana karakteri Lucy sevgilisi tarafından bir uyuşturucu çetesinin tam ortasına sürüklenir. Bu abilerimiz Lucy'nin karın boşluğuna bir paket uyuşturucu yerleştirir. Bu uyuşturucu, kadınların hamilelik dönemlerinin çok kısa bir süresinde salgıladıkları CPH4 hormonunun sentetik versiyonudur. Taşıma sırasında çete üyelerinden gördüğü şiddet sonucu karnında bulunan paket parçalanır ve CPH4 kana nüfuz eder. Bunun sonucu olarak ise beynini normal bi insana göre (%10) daha fazla kullanabilmeye başlar. Ve film ilerledikçe beynini kullanabilme sayısı sürekli artar.
Leon Film Afişi


      Gel gelelim asıl eleştirilen konu da bu. İnsan beyninin %10'unu kullanabildiğine dair herhangi bir kanıt yok. Bu yüzden eleştirmenlerin büyük kısmı filmi fazla hayalperest olmakla suçladı. Bana sorarsanız bilim-kurgu ve fantastik filmlerinin yapıtaşıdır hayalgücü. Ve bu kadar hayalperest olması (sanki diğer Hollywood filmleri çok realistmiş gibi) bilim-kurgu filmini yüceltiyor bence. Çünkü bu tür zaten tüm gücünü, sınırları zorlayan hayalperestlikten alıyor.
Lucy İllüzyon Sahnesi
Angelina Jolie
Beni filme çeken bir başka etken ise oyuncu kadrosuydu. Morgan Freeman için söze hacet yok zaten. İlk olarak çok usta bir oyuncu ve yer aldığı filmlere ayrı bir renk kattığı bir gerçek.( Renk katmaktan kastım faşistçe bir espri değildi. Yanlış anlaşılmalara mahal vermeyelim aman ) Yine her karakterde oyunculuğu maksimum seviyede bu saygıdeğer amcamızın. Ayrıca kötü bir filmde yer aldığına henüz şahit olmadım. O yüzden filmden beklentim izlemeden önce çok yüksekti. Bu yüksek beklentilerimi ise neredeyse tamamen karşılamayı başardı bu yapıt. Ancak aynı yorumları Scarlett Johansson için yapamayacağım. Botokslu mudur nedir bu kadın çözemedim ama Scarlett için mimik konusunda pek başarılı diyemeyeceğim. Tabi bu normal olarak tamamiyle yansıyor oyunculuğuna. Film boyunca soğuk ve donuk bir oyunculuk gösterdiğini ancak yine de filmin başarısına gölge düşüremediğini düşünüyorum. Çoğunuzun da bildiği gibi Lucy karakteri için belirlenen ilk isim Angelina Jolie ablamızdı. Nedenini bilmediğim bir sorundan ötürü bu projeden çekilivermişti. Açıkçası eğer bu olay yaşanmasaydı Lucy filmi açık ara yılın en iyi filmi olabilirdi.
Scarlett Johansson



       Filmi her ne kadar beğensem de kötü eleştiriyi hak eden yerleri de yok değil. Örneğin Hollywood sinemasında artık klasikleşmiş olan doğuluları kötü gösterme klişesinden sıyrılamamışlar. Bu Asya kökenli uyuşturucu mafyası son derece acımasız insanlar olarak işlenmiş. Vurdulu kırdılı sahnelerde hep arka planda bu abiler var ne hikmetse... Bunun dışında tabi daha öncede değindiğim gibi filmin bilimsel olarak en ufak bir gerçekçilik taşımıyor olması en çok eleştirilen yanı. Bu bana göre bilim-kurgu türünün doğasında var. Bu yüzden bu eleştirileri dikkate almamanızı ve bu filmi en kısa zamanda yüksek çözünürlükte izlemenizi tavsiye ediyorum. 


     

8 Aralık 2014 Pazartesi

KALİTEDEN YOKSUN ROMANLAR DİZİSİ...

           Konumuz günümüzde var olan kalitesiz yazarlar ve bunlara saçma bir şekilde hürmet gösteren kitle. Açıkçası şaşıyorum bu adamlara nasıl başarıyorlar bu kadar kitap satmayı filan. Demek ki okuyucu psikolojisini, pazarlama stratejisini biliyor adamlar. Her ne kadar kitap yazamasalar da kitlesel pazarlama konusunda oldukça başarılı olduklarını söylememek haklarına girmek olur. Ayrıca sosyal medyayı çok verimli kullanıyorlar. Bunları yapmalarını bir eğitime borçlu olduklarını düşünüyorum çünkü son birkaç yılda haddinden fazla kalitesiz olmasına rağmen çok satan kitap çıktı ortaya. 
   
         Geçen gün merak ettim sosyal ağda sürekli sözleri paylaşılan o saçma ve aşırı romantik kitaplardan birini. Bastım parayı aldım kitabı. Neyse merak ya, daha eve giderken arabada başladım okumaya. Adam geçmişte yaşadığı saçma aşk hikayelerini anlatıp ne ders aldığını söylüyor. Kısa kısa bisürü yazı var içinde adam üşenmemiş 200 sayfaya yakın yazmış hakkını yememek lazım. Ama içerik bakımından bu kadar fakir bir kitap daha görmedim. Bomboş bir kitap. Çerez gibi gidiyor. Merak ettik o kadar beğenmesem de bitireyim şunu dedim. Kitap sadece başında şaşırtabildi beni. Onu da beklentilerimin hayli altında bir başlangıç yaparak başardı bu beyefendi. Hiç bir içerik yok, üslup olarak vasat, akıcılık desen vasat. ''Konusu teması yok mu bu kitabın arkadaş?'' dersen açıkçası varsa da ben göremedim. 

         Neyse kitap bitti, zaten pek de zorlamadı beni.Açtım sordum google amcaya bu tip başka yazarlar var mı diye. Ulan ne çok kalitesiz yazarımız varmış bizim. O değil okuyucu da kalitesiz. Bu kitapları ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Sorsan her biri kitap kurdu, hepsi sanat düşkünü veletler. Okuyucu profili belli zaten lise ve üniversite okuyan gençler. Romantizm istiyorlar, bunları okuyorlar falan filan. Bunları tavlamak isteyen delikanlılar da kaleyi içten fethetmek için okuyor tabi bu kitapları. Derken bu kalitesiz kitaplar kapış kapış gidiyor. Her elde bi saçma kitap. İsimler de manidar. Yok soğuk kahve, buzlu çay, yatsı kahvaltısı, sol yanım, sağ yanım, arka tarafım vesaire dandik dandik isimler. Be Türk gençliği yazık değil mi tazecik beyinlerinize? Karı kız tavlamak için, cool görünmek için okunur mu o tutuşturma kağıtları? 


        Utanıyor insan ülkesinde sanat sayılan bazı şeylerden. Gelecek nesillerin bilinçsizliği tedirgin ediyor içten içe. Popüler kültürün hegemonyasına giriyor edebiyat dünyamız. Ve çok kaliteli bisürü yazar keşfedilemeden vefat edebiliyor ülkemizde. Bu adamlar sıranın başına alınırken gerçek sanat yapmak isteyenler, belki de çok gerilere itiliyor. Kitap fuarlarında genç kızların eline beline imza atarken bu abiler, belki de bi sanatçı intihar ediyor parasızlıktan. Sonra ülkede sanat gelişmiyor. Ülkede neden sanat gelişmiyor? E gelişmez tabi sanatçıya saygı mı gösterdiniz de eser vermesini bekliyorsunuz?


        Lafın kısası bilinçlenmeliyiz toplum olarak. Her çok satanı, her ön raflarda olanı, her sosyal medyayı çalkalayanı alıp da boş yere yer işgal etmeyin zihninizde. Mesela klasikleri okuyun. Boş yere temel eser seçilmemiştir onlar. Emin olun bişeyler kazanırsınız. 


        Neyse benden bu kadar gençler. Bunlar daha antrenman, çok zorlamamak lazım.